Minimalizmden önce
“bu değil..” ben dahil çevremde herkesin hemfikir olduğu tek düşünce.. istediğim yaşam bu değil.. ama yaşıyorum..
melankolik* yaşıyoruz.. istisnasız hepimiz..bazen sonbahara bağlarız hüznümüzü, bazen yolunda gitmeyen işlerimize, özlediğimiz sevgilimize, daha çok kazanamamamıza.. hep bişeylere bağlarız.. onunla yaşamaya öyle alışmışız ki, tedavi olmayı reddederiz bir kanser hastasının tedavisini reddetmesi gibi.. oysa, tek bilimsel kurtuluş yoludur gerçeği kabullenmek, ve tedavisi için çaba göstermek..
bu hüzünle doğmadık biz.. annemizin rahminden çıktığımızda diğer canlılar gibi ilkel içgüdülerimiz vardı.. hayatta kalmak ve üremek istiyorduk sadece.. güç (erk) kavramı, büyüme sürecimizde öğretildi bize toplum tarafından.. izlediğin reklamlar, tv şovları, diziler, çevrende birbiriyle yarışa girmiş insanlar tarafından.. herşey duru idi en başta.. sonradan ikna edildik sahip olduğumuz materyallerin bizi mutlu edeceği düşüncesine.. sahip oldukça daha fazlasını istedik daha mutlu olmak için.. etrafımız öyle fazlalıklarla dolu bir hale geldi ki, içlerinde bizi hangisinin mutlu ettiğini unuttuk..
fazlalık bizi neden mutsuz etsin ki? mutsuz eden o değil.. ona sahip olmak için kendimizden verdiğimiz zaman.. o zamanın bizden çaldığı gerçek yaşam..
bizi mutlu edecek olan; özgürlüğümüzdür.. özgürlük, zamanı kendimiz için yaşamamızdır.. burası minimalizmin başladığı yer.. ve onun başladığı noktada kabul etmek gereken tek gerçek var.. aslında bizler bize yetecek herşeye sahibiz.. daha fazlasına ihtiyacımız yok..
*: günümüzde yaygın olarak kişinin az hareketli ve normalden daha heyecansız bir hayat tarzını sürdürdüğü depresyondan kaynaklanan bir duygudurum bozukluğu (vikipedi)